İnsan bir çocuk resmine bakarak ağlar mı? Ağlar… Hem de zırlaya zırlaya ağlar. Hem o çocuk için, hem insanlık için. Hem o sahilde koşturması gereken, kumdan evler yaparken kırmızı tişörtünü kum içinde bırakıp üstünü başını ıslatan deniz suyunu

 

İnsan bir çocuk resmine bakarak ağlar mı?

Ağlar… Hem de zırlaya zırlaya ağlar. Hem o çocuk için, hem insanlık için.

Hem o sahilde koşturması gereken, kumdan evler yaparken kırmızı tişörtünü kum içinde bırakıp üstünü başını ıslatan deniz suyunu gülerek karşılaması gereken, orada bulunma sebebi alabildiğine özgürce eğlenmek olması gereken çocuk için, hem de yarın unutmaya başlayacağı ölüme gözyaşı döken insanlık için ağlar insan…

Kıyıya vuran insanlık için…

Hangi kıyıya vuran, hangi insanlık?

İnsanlığımız batsın!

Aklımdan çıkmıyor bir türlü.

Aklım çıkıyor resme baktıkça… Bir saniyeden uzun süre bakamıyorum. Koca bir insanlık 50 santimetre kareye ufalmış boylu boyunca yatıyor toprağın üstünde, denizin kenarında. Saçları tuzlu, şortu kumlu…

Sudan topladığı yiyeceklerle hayata tutunan milyon yıllık ilk insanın gözyaşı var o bedenin üstünde.

Mağaraya resim çizmeye çalışan atalarımızın taştan izleri… Toprağı işleyince nefes almaya çalışanların alın teri… Avcılık yaparak karnını doyuranların mızrak kıymıkları batmış o günahsız yüze… Sanayi devriminin bacasından tüten duman kaplamış üstünü… Atölyelerde hayatını çürütenlerin yaptığı tişört kırmızıya boyanmış… Buhar gücüyle çalışan makinaların insanlıktan fersah fersah uzaklaşmaya başladığı buharlar örmüş çevresini… İlk uçağın yakıtı, ilk kitabın mürekkep kokusu... İlk yelkenlinin rüzgârı sinmiş üstüne... İlk bisküvinin kırıntıları dudaklarında, ilk pastörize sütün damlaları çenesine dökülmüş… Bütün insanlık bütün utancıyla o küçücük bedende günah çıkarıyordu.

Çıkmaz o günah, insanlığımız batsın!

Milyonlarca çocuğu öldürdük tarih boyunca. Savaşlarda öldürdük, isyanlarda öldürdük, hastanelerde öldürdük, sokak kavgalarında öldürdük, ilaçsız yoksulluklarda, bilinçsiz zenginliklerde öldürdük. Saraylarda öldürdük hükümdar olmasın diye, caddelerde öldürdük dilenemiyor diye, köprü altlarında öldürdük çaresizliğe mahkûm edip, depremlerde öldürdük, trafik kazalarında, yangınlarda, hapishanelerde… Öldürdük, öldürdük, milyonlarca çocuk öldürdük tarih boyunca…

Ve işte o ölen çocukların hepsi, kıyıya vuran küçücük bir bedende suratımıza bir şamar gibi indirdi suçumuzu, suçluluğumuzu…

Görmediğimiz, görmezden geldiğimiz, unuttuğumuz, unutmaya şartlandırıldığımız tüm cinayetlerimizi yüzümüze vurdu!

Doğanın en akıllı canlısı diye övünen kibrimizi bir paçavra gibi fırlattı suyun kenarına…

Vicdansızlığımızı su yüzüne çıkarıverdi. O fotoğrafı gören her insanın yüreğine nakşetti kendi küçüklüğünü, insansızlığını. Ne kadar kafamızı çevirirsek çevirelim, ne kadar normal hayatımızı devam ettirirsek edelim, o görüntüyü gören hiç kimse kaçamayacak kendi suçluluğundan. Bir gün, bir dakika, bir an hepimizin içinden seslenecek o çocuk bize: “İnsanlığınız batsın!” diyerek…

Herkes “kıyıya vuran insanlık” diye o güzelim yavrucağın resmini paylaşıyor. Kim paylaşıyor, insanlar! Neyi paylaşıyor, kıyıya vuran vicdanlarını! Vicdansızlığımızı…

Fotoğrafı gördüğümden beri kendimde değilim. Bir hayalet gibi dolaşıyorum sabahtan beri. Bu kadar “insanlık paylaşımından” sonra, her şeyden uzaklaşmak, susmak ve sadece ağlamak istedim. Ağladım, her aklıma geldiğinde ağlıyorum. Ama susamadım, yapamadım.

Sait Faik’in dediği gibi “ yazmasam çıldıracaktım…”

Affola insanlık kederime tanık ettiğim için sizi…