Müdür Kadir Keskin’den çok Müdür Yardımcısı Zafer Şaşmaz’dan korkardık. Evet korkardık… Bizim zamanımızda müdürden ve müdür yardımcılarından korkulurdu. Geç kağıdı almak için besmele çekerek girerdiniz idareci odasına… Zafer Hoca’nın öfkesi

 

Müdür Kadir Keskin’den çok Müdür Yardımcısı Zafer Şaşmaz’dan korkardık.

Evet korkardık…

Bizim zamanımızda müdürden ve müdür yardımcılarından korkulurdu. Geç kağıdı almak için besmele çekerek girerdiniz idareci odasına…

Zafer Hoca’nın öfkesi on aslan gücündeydi, kükremesinden korktuğumuz için 3 metrelik bir yarıçap çizgisinden fazla yanaşmazdık yanına.

Yine bir Cuma günü İstiklal Marşı töreni…

Okulun o zaman şimdiki gibi yan kapılardan giriş çıkışı yok, ana kapı güney tarafındaki kapı ve ana bahçede bütün okul sıra halinde toplanmış, İstiklal Marşı için komut bekliyor.

Zafer Hoca her zamanki tok sesiyle bir “rahat-hazır ol” çektirdi. Sonra çevresine bakındı, müzik öğretmeni yok! O gün okula gelmemişti.

Diğer müzik öğretmenini anons etti, kibarca, kürsüye gelmesi için, o da yok!

Böyle durumlarda, son sınıfta okuyan bir çocuk vardı, o söyletirdi İstiklal Marşı’nı, onu çağırdı mikrofonla, o da yok! İhale Zafer Hoca’ya kaldı.

Sağına baktı, soluna baktı, anladı ki iş başa düştü, önce “İstiklal Marşı için rahat-hazır ol!” ve ardından “Dikkkattt!” komutu verdi. Sesindeki gerginlik, memnuniyetsizlik ve öfke, metrelerce yükseğimizdeki kürsüden aşağıya, tüm benliğimize ulaştı, saçlarımıza kadar ürperdik, bekliyoruz ne olacağını.

Ellerini omuz yüksekliğine kadar kaldırdı ve konuştu;

“Ses veriyorum…

Korkmaaa…Sönmeeez…

……

……

HADİ ALIIINN!!!!”

**

Zafer Hocamla emekli olmadan önce aynı okulda birlikte çalışma şansı buldum. Görev yaptığım ortaokulda yine müdür yardımcılığımı yaptı. Okuldaki öğretmenlerin yaklaşık yarısı onun liseden öğrencisiydi.

“Hocam, ben sizden hala korkuyorum,” diyordum, gülüşüyorduk, onunla meslektaş olarak sohbet edip eski günleri yad etmek, bizim öğrencilik günlerimizi onun ağzından ve cephesinden dinlemek keyifliydi.

**

Özel okulun ve dershanelerin olmadığı, meslek liseleri dışında tek “düz” lisenin Manisa Lisesi olduğu dönemde, Manisa Lisesi’ne gitmek, orada okumak bir okul kimliğini üzerinde taşımak demekti. “Manisa Liseli” olmak, bir aidiyeti beraberinde getiriyor, kişinin kendini özel bir yerde konumlamasını sağlıyordu. Üstelik sınav baskısının ve kuşatmasının günümüzdeki gibi olmadığını, optik okuyucuların henüz böylesine kölesi olmadığımız bir dönemde öğrencilik, hele ki Manisa Lisesi’nde öğrencilik bir keyifti gerçekten.

Ayrıca, özel okulların olmaması, bizi her türlü ayrımcılık, ötekileştirme, yalnızlaştırmadan uzak tutuyor, kentin en zengin ailelerinin çocuklarıyla aynı sırayı paylaşıyor, aynı “pomfirit”i tüketiyorduk.

Elbette herkesin lise zamanları, lise hatıraları özeldir, kendine has anıları tükenmez. Ancak hem ben Manisa Liseli olduğum için, hem gerçekten nesnel baktığımda da bu okulun özellikle belli bir dönem çok önemli bir yerde olduğunu düşündüğümden, “hangi okula gidiyorsun dendiğinde” sadece “lise” demenin Manisa Lisesi demek olduğu dönemleri hatırlatmak istedim.

Üstelik uzun bir süre boyunca, yani şu kredili sistem, süper lise, Anadolu Lisesi gibi sistemsel geçişlere kadar ülke çapında önemli bir başarıya sahipti Manisa Lisesi. Zaten geçmiş dönem mezunlarının isimlerine bile şöyle bir göz atmak bunu doğruluyor.

Her Manisa Liselinin okul yıllarını anımsadığında zihninde çağrışan çok şey vardır elbette. Hele dönem farklılıklarını da düşünürsek, adı geçen öğretmen ve öğrenci isimleri de tamamen değişebilir. O yüzden ben sadece kendi gözlüğümden ve kendi kuşağımdan bakabilirim o güzel yıllara. Umarım siz de başka anı ve isimleri paylaşmak ve katkıda bulunmak istersiniz, insan her şeyi tüm netliğiyle hatırlayamıyor.

Benim için Manisa Liseli olmak demek öncelikle A Blok’un önünde her pazartesi, kılık kıyafet ve saç kontrolü sırasına girmek demekti. Gri pantolon, lacivert ceketi bedenimin bir parçası gibi hissetmekti.

Nitelikli öğretmenler, kalıcı dostluklar, umutlu ve güzel bir gelecek hayali demekti…

Facebook-Twitter’la değil, arkadaş topluluğunda sosyal olmak, okul bahçesinde, kantinde, sınıfta sohbetin en güzelini yapmak demekti…

Okuldan kaçtığımızda, sürekli arkamızı, sağımızı solumuzu kollayarak yürümek demekti caddelerde, her an bir öğretmene yakalanma korkusuyla…

Yeni çıkmış Kayahan kasetini dinleyip sevgilinin “gözlerinin hapsinde” olmak demekti.

Ayda yılda bir kere gerçek film yayınlayan Beyaz Saray sinemasına okuldan arkadaşlarla gidip “Ghost Busters”, “Ghost” ya da “Braveheart” izlemekti benim için Liseli olmak. Ya da öğretmen olmama sebep olan “Ölü Ozanlar Derneği” ni seyrederek büyülenmekti.

Bilgisayar, cep telefonu bilmemek, televizyon keyfi yapmaktı tatilden anlaşılan. Pazar Konseri, western soslu Pazar sinemaları, Jerry Lewis filmleri, Bizimkiler dizisi…

Televizyonun canlı vermediği GS- Neauchatel maçını radyodan dinleyebilmek için okuldan kaçmaya çalışmak, odasında radyodan maçı dinleyen müdür yardımcısının odasına izin kağıdı almak için girememekti.

Meslek Lisesiyle yapılan basketbol maçlarıydı bizim için Manisa Liseli olmak. Tribünlerden sahadaki arkadaşlarını çılgınca desteklemek, mesleklilerle tezahürat atışmasına girmekti.

7 günlük devamsızlık bildirim kağıdını, annemden önce posta kutusundan alabilmek için eve koşar adım gitmekti liseli olmak…

‘Geç kağıdını’ almak için Zafer Şaşmaz’ın oda kapısında dakikalarca beklemek…

Cafer Hocayla, Tahir Hamdi Hocayla, Ahmet Kırnak Hocayla Beden Eğitimi dersi yapmaya doyamamak…

Hikmet Öymener, İzzet Bilge, Mustafa Çağaydın gibi her biri birbirinden değerli idareci ve öğretmenlerden çok şey öğrenmek…

Kemal Karamancı, Fuat Akyol, Faruk Akyol, Hasan Çalık, Cengiz Sevener gibi hocalarla gerçekten arkadaşça bir ilişki kurabilmekti.

İzzet Bilge hocamla okul tiyatrosu çıkarmıştık, bir Yunus Emre oyunu sahneye koymuştuk. Öğrencilik dönemimin en güzel dönemlerinden biriydi. Yıllar sonra Şebnem arkadaşım, bizim o döneme ait fotoğraflarımızı facebook’a yükleyince şaşkına dönmüştük hepimiz.

Hem sahne tecrübesi anlamında, hem öğretmen-öğrenci ilişkileri anlamında çok öğretici şeylerdi yaşadıklarımız. Öğretmenin öğrencisiyle nasıl arkadaş olabileceğini yaşayarak öğrenmekti. İzzet Hocama ne kadar teşekkür etsem azdır…

Öyle ki Filiz Yumrukaya hocam bir gün beni yanına çağırdı. Benim için çok özel öğretmenlerden biridir. Dedi ki, “sen tiyatrocu olabilirsin, bunu ciddi olarak düşün bence…”

Hani hep deriz ya, insanımıza yıllar boyunca İngilizce dersi veriyoruz ama koca ülkede sadece devlet okuluna giderek İngilizce öğrenebilen insan sayısı iki elin parmaklarını geçmez diye, işte o insanların önemli bir bölümü eminim Filiz Hocamın rahle-i tedrisatından geçmiştir. O bana tiyatrocu olmayı düşünmemi öğütlemişti, ben yıllarca tiyatroyla uğraşmama rağmen tiyatrocu olmadım ama liseden mezun çok arkadaşımız sanatın birçok dalında emek verdi, vermeye devam ediyor.

10 Haziran’da çok anlamlı bir gün yaşandı Manisa Lisesi’nde.

Eski ve yeni mezunlar buluştu. Manisa Lisesi Mezunları Derneği’nin düzenlediği bu mezuniyet gününde hem bu yılın mezunları hem geçmişte çeşitli yıllarda mezun olmuş öğrenciler, öğretmenler bir araya geldiler. Çok istememe rağmen katılamadım ama hem derneğin facebook sayfasından, hem de basından imrenerek okudum o gün yaşananları. Fotoğraflarda olamadığım için hayıflandım açıkçası. Umuyorum ki bundan sonraki organizasyonlara katılırım.

Manisa Lisesi Mezunları Derneği’ni düşünen ve hayata geçirenleri kutluyorum, umuyorum ki çok daha güzel projelerle biz Manisa Liselileri duygulandırmaya, gururlandırmaya devam edecekler.

Adını andığım anmadığım tüm hocalarıma üzerimdeki emekleri için ne kadar teşekkür etsem azdır. İyi ki varsınız, iyi ki Manisa Lisesi var…