1930’lar Moskova’sı… Sıcak bir bahar akşamı, güneş batarken, Prudi parkının caddeye bakan bir bankında iki arkadaş oturmuş, sohbet ediyorlardı. İkisi de edebiyatçıydı. Biri editörlük de yapan Berlioz, diğeri şair Poniryev’di. Büfeden aldıkları gazozlarını içmişler, koyu bir sohbetin içine dalmışlardı. İsa’nın gerçekte yaşayıp yaşamadığını tartışıyorlardı. Yanlarına yabancı bir adam geldi: Boyu iki metreye yakın, aşırı zayıf, başında jokey şapkası, üstünde hafif bir ceket olan bir adam. Kendisini “kara büyü” uzmanı olarak tanıtan adam, yazarların sohbetine katıldı. İsa’nın aslında hiç var olmadığını düşünen yazarlara ateist olup olmadıklarını sordu. Yazarlar tanrıya da inanmadıklarını söyleyince aralarında tanrının var olup olmadığıyla ilgili konuşmalar geçti. Tuhaf görünüşlü yabancı, yazarlardan birine kafası koparak öleceğini, diğerine de delireceğini söyledi.Yabancı gittikten kısa süre sonra Berlioz, tramvayın altında kalarak ve kafası koparak can verdi. Poniryev de delirerek akıl hastanesine kapatıldı.

Üstat ile Margarita (Ya da başka çevirilerde Usta ve Margarita) adlı roman, yukarıda betimlemeye çalıştığım sahneyle açılıyor. Bankta oturan yazarlara kehanette bulunan yabancı Moskova’yı ziyarete gelen şeytanın ta kendisidir!

Asıl macera da romanın girişindeki bu park sahnesinden sonra başlıyor.

Profesör Woland adıyla ve kara büyü uzmanı kimliğiyle Sovyet Rusya’nın başkentine gelen şeytan, ilginç yardımcılarıyla birlikte deyim yerindeyse şehri birbirine katıyor:

Yanan binalar, satranç oynayan kediler, çırılçıplak koşan insanlar, uçan kadınlar, deliren insanlar… Şeytanın liderliğini yaptığı ekipte, Woland’ın yardımcısı ve tercümanı Korovyev, ulak Azazello, dişi vampir Hella da renkli işlere imza atıyorlar. Hele o Behemot yok mu, romanın belki de en akılda kalan karakteri Behemot: Konuşabilen, arka ayakları üzerinde yürüyebilen ve zaman zaman insan biçimine bürünebilen devasa kara kedi…

Otuz iki bölümden oluşan romanın her bölümünün bir başlığı var ve benim söz ettiğim ilk bölümün adı: Tanımadığınız Kimselerle Asla Konuşmayın.

Çevirmen Sabri Gürses’in romanın başındaki uyarısı dikkate değer:

Bu kitabı okumaya başlayınca bir daha hiçbir şey aynı olmayabilir.

Bakışsız ve kara bir kediyle tanışacaksınız; Goethenin Rusyaya gönderdiği bir Almanla; şeffaflığıyla herkesi delirten bir çevirmenle; piyangodan kazandığı parayla hayata yeni bir yön veren bir aşıkla; şeytana bile kök söktürecek kadar inatçı bir cadıyla tanışacaksınız.”

 Üstat ile Margarita, hem mizahıyla, hem yergisiyle, hem de Sovyet Rusya’daki topluma, dönemin aydınlarına ve otoriter rejimine ayna tutmasıyla bir başyapıt olarak tanımlanmayı hak ediyor. Yazarının son nefesini verene dek yazmayı sürdürdüğü bir başyapıt.

Roman üzerinde 11 yıl çalışan Bulgakov, eseriyle ilgili son notlarını ölümünden 27 gün önce baş ucunda nöbet tutan eşine söyledi. Son zamanlarında görme yetisini de kaybetmişti ve romanın kimi bölümlerini eşi Yelena’ya dikte ettirdi. Yaşamı boyunca sansüre uğrayan, yapıtları Stalin yönetimi tarafından yasaklanan, işsiz kalan, yine de yazmaktan vazgeçmeyen Bulgakov, en büyük eserinin basıldığını göremeden öldü. Roman onun ölümünden 26 yıl sonra 1966’da eşinin çabalarıyla kısaltılmış olarak bir dergide yayımlandı. Rusya’da ilk kez kitap olarak ise ancak 1973’de basılabildi. Büyülü gerçekçilik denince akla ilk olarak Marquez, Juan Rulfo gibi yazarlar gelir ama Latin Amerikalı yazarlardan daha önce başka bir kıtada bu akımın tohumlarının Bulgakov tarafından atıldığını söyleyebiliriz.

Mihail Bulgakov 1891 yılında Kiev’de doğdu. Yedi çocuklu bir ailede büyüyen Bulgakov’un babası ilahiyat profesörü, annesi öğretmendi. Tiyatroyu çocuk yaşlarda sevdi ve komedi oyunları yazdı. Annesinin ikinci eşinin doktor olmasından etkilenerek tıp okudu. 1916 yılında tıp fakültesinden mezun olup doktor olduğunda 1. Dünya Savaşı devam ediyordu. Bir köyde doktorluğa başladı. İlk öyküsünü de o yıllarda bir tren yolculuğunda yazdı. Doktor değil yazar olmak istediğinin bilincine vardı ve 4 yıl yaptığı doktorluğu bıraktı. Onun için yazamamak “diri diri gömülmekle eşdeğerdi.”

Bulgakov’un eserleri komünist kahramanlar içermediği ve rejimi desteklemediği için sansüre uğradı. Kitaplarını bastıramadı, oyunları da tiyatrolar tarafından geri çevrildi. O da çare olarak yurt dışına çıkmak istedi. Yurt dışına çıkış izni Stalin tarafından reddedildi.

O da oturdu, yayımlayamayacağını bile bile başyapıtını yazmaya koyuldu. 1929 yılında yazmaya başladığı Üstat ile Margarita’yı 1940 yılında ölümüne dek, kendi deyişiyle “tabuta kadar” yazmayı sürdürdü. İlk taslağı yazdığı sırada ümitsizliğe düştüğü bir gün elyazmalarını yaktı. Ama Profesör Woland, yani romanın şeytanı kitabın içinden ona sesleniyordu sanki: “Elyazmaları yanmaz!”

Yeniden yazmaya başladı. Arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyordu: “İçime şeytan girdi.”

Bu dönemdeki en büyük destekçisi 1932 yılında evlendiği Yelena’ydı. Son nefesine kadar yanında oldu. Yelena’ya duyduğu aşk da Üstat ile Margarita’da yer buldu.

Üstat ile Margarita iki zamanda geçen üç katmanlı bir romandır. Bir bakıma roman içinde romandır. 1930’lar Moskova’sı ve İsa’nın yaşadığı dönemki Kudüs, romanın zaman ve mekanlarıdır. Bu iki zamandaki olayların dışında bir de aşk öyküsü vardır: Üstat ile Margarita’nın öyküsü. Birçok görüşe göre kitaptaki Woland, Stalin’i simgeler. Üstat Bulgakov, Margarita da Yelena’dır. Romanın en çarpıcı cümlelerinden biri “Elyazmaları yanmaz” ise diğeri de Dostoyevski ile ilgili kara kedi Behemot’un söylediğidir:

Dostoyevski değilsiniz siz,” dedi Korovyevin sözleriyle sersemleyen kadın.

Ama bunu kim bilebilir, kim bilebilir,” dedi Korovyev.

Dostoyevski öldü,” dedi kadın, ama biraz tereddüt etmişti.

Bunu asla kabul edemem,” diye bağırdı Behemot. Dostoyevski ölümsüzdür!

 Bulgakov, yaşamının son zamanlarında kör olmasına, hastalığı nedeniyle acı çekmesine rağmen, Yelena’nın yardımıyla yazmayı sürdürdü. Yelena onun son günlerini şu sözlerle tarihe not düştü:

”Yatağının yanı başında yere koyduğum mindere otururdum. Bazen bakışlarıyla bir şey istediğini anlatırdı. Ağrı kesici mi, yoksa içecek bir şeyler mi istediğini anlamak için sorardım. Çoğunlukla istediği bunlar olmazdı. O zaman seninkini mi istiyorsun? Üstat ile Margaritayı mı?derdim. Evet, anlamında kafasını sallar ve sadece iki sözcük dökülürdü dudaklarından: Yeter ki bilsinler, yeter ki…”

e-posta: [email protected]

                             

*Üstat ile Margarita, Mihail Bulgakov.

Çeviren: Sabri Gürses, Everest Yayınları, 2017

493 sayfa.