1930’lu yıllarda Türkiye'yle birlikte Manisa'nın da yeni yeni gelişmeye, savaşın yaralarını sarmaya başladığı yokluk yıllarında yaşanmış bir anı...
Küçük çocuk çok heyecanlı, çok sevinçliydi. Bugün dokuz yıllık hayatının en güzel günüydü. Dedesi pazara götürdüğü kuru üzümleri iyi fiyata satmış, torununun çoktandır istediği, etle, sucuğu almıştı.
Bu Ramazan akşamı evde bayram vardı. Annesi de bahçedeki fırında ekmek pişirmişti. Şimdi de ninesiyle annesi akşama yemek hazırlıyorlardı. Günlerdir haşlanmış bulgur yemekten bıkmıştı.
Dedesinin aldıklarını görünce, “Dede akşama et yiyecek miyiz, sucuk yiyecek miyiz, güzel yemekler yiyecek miyiz?” diye defalarca sormuş, dedesinin her "evet" deyişine el çırparak "yaşasın!"diye karşılık vermişti.
Sarabat Cami’inden okunacak akşam ezanını sabırsızlıkla bekliyordu. Elindeki lastik çemberin telini bıraktı. Çemberi bahçe duvarındaki çiviye astı . Canı oynamak istemiyordu. Bir an önce akşam olsun diye dua ediyordu. Dedesi ikindi namazı için camiye gidince sabırsızlığı iyice arttı.
Ah bir iftar topu atılsa, mis kokuları ortalığı saran yemekleri bir yese...
Özlediği yumurtalı sucuğu, etli yemeği bugün doyasıya sevdiği yemekleri yiyecekti. Dedesi iftara yakın, yanında üç kişiyle eve geldi. “Akşama misafirlerimiz var, hele bir kapıya çıkın” diye seslendi.
Ninesiyle annesi bahçeye çıkıp gelenleri güler yüzle karşıladılar. Küçük çocuğun canı sıkılmış, keyfi kaçmıştı. Gelen üç kişi yemeklere ortak olacak, kendisi az yemek yiyecekti. Sobada yakmak için odun kıran dedesinin yanına gitti. İçindeki bencillik duygusu iyice artmıştı. Akşam yiyecekleri yemeği kimseyle paylaşmak istemiyordu.
Öfkeyle, “Niye misafir getirdin dede? Şimdi onlar bizim yemeğimizi yiyecek bize yemek kalmayacak” dedi.
Dedesi elindeki yakacağı bırakıp torununa döndü . Birkaç saniye karşısındaki küçük, kavruk, cılız çocuğa baktı. Sonra kütüğün üzerine oturup torununu da yanına aldı.
“Oğlum, küçük paşam şimdi sen böyle dedin ya, yemegimiz biter, onlar yemesin diye... Senin deden var o çocuğun dedesi de yok. Onun babasını da Yunanlılar öldürmüş, senin baban gibi şehit etmiş. Evlerinde yiyecek bir şey yok, günlerdir ot kaynatıp yiyorlar. Bugün Allah bize güzel nimetler verdi. Biz karnımızı doyururken,onlar evlerinde aç mı yatsınlar? Senin için bunu kabul eder mi? Eğer onlar aç kalsın bana ne dersen , gidip onları evlerine göndereyim. Bunu ister misin? dedi.
Çocuk dedesine iyice sokuldu, bir müddet sustu sonra, “Tamam onlar da bizde yemek yesinler ama az yesinler. O yemekler bizim” dedi.
Dedesi, “Hayır oğlum, o yemekler bizim değil. Bize Allah'ın verdiği bir nimet. Allah'ın nimetini ihtiyacı olanlarla paylaşırsak Allah bizi sever. Hem güzel oğlum biz neyiz ki, neyimiz var ki? Biz sadece Allah'ın bize verdiklerinin emanetçisiyiz. Yani bir hiçiz, bizi insan yapan güzel ahlakımız, iyi niyetimizdir. Hem misafir gelmeden dokuz kısmeti gelir. Yani her şey bereketlenir, çoğalır. Sen de büyüyünce inşallah fakirlere yardım eden biri olursun” dedi.
Ardından, “Hadi şimdi git tulumbada elini yüzünü yıka, içeri gir, misafirlere hoşgeldiniz de. Büyüklerin ellerini öp. Hasan senden büyük ama o da çocuk. Hadi git onunla da tanış” diyerek torununu gönderdi.
Küçük çocuk, o zaman pek anlam veremediği, ama can kulağıyla dinlediği sonradan değerini anladığı o sözleri hiç unutmadı. Korktuğunun aksine yemekler herkese yetmiş, herkes karnını duyurmuştu. Komşuları evlerine giderken annesi bir beze sarıp ev ekmeğiyle biraz peyniri de sahur için onlara vermişti.
O günden sonra küçük çocuk annesinin evden tabak, yemek, meyve Allah ne verdiyse komşularına sessizce götürdüğünü fark etti.
Aslında bu yardımlaşma hep vardı, ama küçük Murat yeni fark etmişti. .
Yıllar sonra iş -güç gelir sahibi olunca o zaman ailesinin yaptığı cüz-i yardımın kat kat fazlasını şimdi kendisi yapıyordu.
Dedesinin o günkü konuşması kulaklarında yankılanıyordu; "Biz neyiz ki oğlum, biz Allah'ın ihsan ettiği nimetlerin emanetçisiyiz. Her şeyin sahibi bir Allah'tır. Onun dışında biz bir hiçiz..."
Murat, hayatı boyunca o iftarı ve o gün yaptığı bencilliği, dedesinin ona verdiği dersi hiç unutmadı.
İlk dinlediğimde çocuk olduğum için pek anlamadığım, ancak yıllar geçince hayatımın mihenk taşı olan "Biz neyiz ki, bir hiçiz, Allah'ın ihsan ettiği nimetlerin emanetçisiyiz" sözü adeta besmele gibi yüreğime işledi.
Benim de hayat felsefem, rehberim oldu...