Yusuf Atılgan 1960’lı yıllarda bir gün trenle seyahat etmektedir. Oturduğu kompartımanda birisi Aylak Adam’ı okumaktadır. Adam, bir ara okumayı bırakır, “Yazar çok iyi yazmış ama edebiyat fakültesinin yerini karıştırmış,” der. Yusuf Atılgan, “Edebiyat Fakültesi o zamanlar oradaydı,” der. Adam, “Siz nerden biliyorsunuz?” deyince Atılgan, “Çünkü ben yazdım,” der.
Bu anekdotu aktarmamın sebebi Yusuf Atılgan’ın titizliğini vurgulamak. Canistan romanı için de yazar, aylarca Süleymaniye Kütüphanesi’nde araştırma yapmış, dönemin İkdam gazetesinin koleksiyonlarını incelemişti. Aynı şekilde, Anayurt Oteli’nin sonundaki intihar sahnesi için sağlık kuruluşlarının intihar raporları, duruşma sahnesi için mahkeme tutanakları üzerinde inceleme yapmıştı.
Aylak Adam’ı Hacırahmanlı’da yedi ayda yazan yazar, 1988’de Cumhuriyet Dergi’ye verdiği röportajda “Nasıl yazıyorsun?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:
“Masada yazmam. Sedire oturur, elimde belli bir kâğıda yazarım. Çok hızlı yazan biri değilim. Arkadaşların bana önerisi, çalakalem yazıp ondan sonra üstünde durmak. Ben bunu yapamıyorum. İlk ağızda yazdığıma son halini vermek için uğraşırım.”
1957-1958 Yunus Nadi Roman yarışmasında Yusuf Atılgan, Aylak Adam romanıyla, Fakir Baykurt’un ardından ikinciliği kazandı. Jüride, Haldun Taner, Behçet Necatigil, Halide Edip Adıvar gibi çok önemli isimler vardı. Bu ilk romanıyla aldığı ödülle birlikte Yusuf Atılgan edebiyat dünyasında önemli bir edindi. Yine de 1976’ya kadar Manisa’nın Hacırahmanlı kasabasında (kendisi ‘köy’ diyor) yaşamaya ve üretmeye devam etti.
Aylak Adam romanı bir kent romanıdır. Yazarın kafasında oluşturduğu üçlemenin bir parçasıdır. Yazar, Anayurt Oteli’ni kasaba, Aylak Adam’ı kent, Canistan’ı köy romanı olarak düşünmüş, son romanı Canistan’ın yazımını bitiremeden 1989’da İstanbul’da hayata veda etmiştir. Yazarın öykü kitabı da ‘Kasabadan’, ‘Köyden’, ‘Kentten’ bölümlerine ayrılır.
Aylak Adam, yazıldığı günden günümüze Türk edebiyatında çok önemli bir yer edinmiş, etkilerini günümüzde de devam ettirmektedir. Belki de bunun nedeni, Selim İleri’nin tanımlamasıyla, Aylak Adam’ın “mutsuzluğun romanı” olmasıdır. Selim İleri, romanın başkarakteri C. için şöyle demektedir:
“Geçim koşulları yerinde, avare yaşayabilecek C., adeta çevresindeki herkesin de mutsuzluğunu yüklenerek var olmaya çalışır. Romanımızda o güne dek pek işlenmemiş yoğun bir ‘sebepsiz yalnızlık’ Yusuf Atılgan’ın başat sorunu gibidir.”
Romandaki yalnızlık duygusunun, Selim İleri’nin dediği gibi sadece romanın değil, Yusuf Atılgan’ın temel sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü benzer şeyleri Anayurt Oteli’nde de görmekteyiz. Zaten Yusuf Atılgan da bir röportajında, “Sevgi ve sevgisizlik benim romanlarımın temel eksenidir,” demektedir. Aslında iki roman birçok açıdan birbirine benzer. İkisinde de sevgiyi arayan, toplumdan kopmuş, yalnız kişiler ana karakterlerdir ve bunlar çözümü tek bir kadında aramaktadır. Zebercet’in beklediği, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın’dır. C.’nin ise kim olduğunu bilmediği bir kadın:
“Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!”(Syf 153)
Tabii iki karakterin kültür düzeyleri farklıdır (Zebercet kasabalı ve eğitimsiz, C. kentli ve aydın), ama aranan ya da beklenen kadın ikisinde de saplantı halindedir. İletişimsizlik de temel sorunlarından biridir.
Berna Moran, “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış” isimli eserinde, bu iki karakterin ruhsal durumlarını şöyle sınıflandırır:
“Her ikisi de ruhsal bakımdan şu üç aşamadan geçer; yalnızlık, kurtuluş umudu, hayal kırıklığı. C. başta yalnızdır; derken aradığı kızı bulduğunu sanır ve umutlanır, sonra hayal kırıklığına uğrar. Ayşe ile Güler ile giriştiği ilişkilerde aynı evreleri gözlemleriz. Zebercet de aynı aşamalardan geçecektir, ama yalnızca bir kez. Ve sonunda asacaktır kendini.”
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ın sonunu da ölümle bitirmeyi düşündüğünü ama sonra çok melodramatik olacağını düşünerek C.’nin durumunu okura bıraktığını, verdiği bir söyleşiden biliyoruz.
Benzerliklere içeriklerde de rastlıyoruz. İçki içilen yerlerdeki bazı diyalog ve iç konuşmalarıyla, sinemaya gidişlerin iki romanda da yer tuttuğunu görüyoruz. Yusuf Atılgan’ın sinema tutkusunu biliyoruz. Hacırahmanlı’dan dostu Halil Şahan’ın verdiği bilgiye göre, kasabadaki sinemaya gelecek filmlerin listesini bir dönem Yusuf Atılgan hazırlıyormuş. Bu tutkusunu yazar, romanlarındaki karakterlere de aktarmış. Özellikle Aylak Adam’daki “sinemadan çıkmış insan” tasviri şahanedir:
“Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. (…) Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar…”(Syf 18)
Ya da örneğin, “yalan” kavramı üzerinde iki romanda da çarpıcı cümleler var:
“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.”(Anayurt Oteli, sayfa 53)
“İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları ‘kişi’yi anlatırlar.”(Aylak Adam, sayfa 129)
Modern dünyada yalnızlık, hele günümüzde “sebepsiz yalnızlık” bence insanın temel sorunlarından biri… O yüzden yazarın farklı romanlarda bunu ele alması, o romanlarda sıkışıp kalan bir şey değil bence. Evrensel bir soruna eğilmesi, bunu ustaca yapması, bence yazarın başarısının ana nedeni. Bakın Aylak Adam’da bunu özetleyen ne güzel bir cümle var:
“Londralı kasapla İstanbullu kasap dünyaya aynı gözlerle bakarlar.” (Syf 130)
Bu yüzden de Selim İleri’nin dediği gibi; “Aylak Adam sona erdiğinde hepsi bizimle yaşamaya koyulur, hem de yıllar yılı…”
Aylak Adam romanı dört bölümden oluşuyor: Kış, İlkyaz, Yaz, Güz… (Canistan da dört bölümden oluşur.)
İlk bölümde C.’yi tanırız. C. herhangi bir işi olmayan, babasından kalan mallarıyla geçinen, eğitimli, kültürlü biridir. Sebepsiz bir yalnızlık içindedir. Çevresindeki tüm insanlara, davranışlarına, alışkanlıklarına yabancı bir gözle bakar, eleştirir. Yalnız yaşar. Kadınlarla uzun süreli birliktelikler yaşayamaz. Amacı, kendisi gibi olan kadını bulmaktır. Çocukluğunda yaşadıkları, ruhsal durumunu bütünüyle etkilemiştir. Annesinin kendisi bir yaşındayken ölmesi, teyzesinin onunla babasının yanında kalması, komisyoncu babasının evdeki her hizmetçiye sarkıntılık yapması, teyzesiyle ilişki yaşaması, bu ilişkiye tanık olduğunda babasının şiddetiyle karşılaşması, ardından yatılı okulda geçirdiği yıllar, onda derin izler bırakmıştır. Babasından gördüğü şiddet yüzünden kulağı yırtılmış, bu yüzden sıklıkla kulak memesini kaşımaktadır. Teyzesiyle babasının ilişkisine tanık olması onu kadınlardan soğutmuştur. Başta Dostoyevski ve Kafka olmak üzere büyük yazarların çoğunun eserlerinde görülen “baba” figürü ve bu figürün oğulda yarattı etki ustaca işlenmiştir.
“Okuldan suratımda çürükler, tırnak yaralarıyla döndüğüm günler babam, görürsünüz adam olmayacak bu çocuk, derdi. Konuşmazdım. Sevinirdim. Babam adamsa ben olmayacaktım.” (Syf 126)
C.’nin arkadaşları genellikle resimle uğraşan sanat çevresindendir. Ressam Ayşe’yle bir ilişkisi vardır ama bu bölümde o ilişkinin bitişini görürüz sadece.
C. bir tatlıcıya oturur ve gördüğü insanların davranışlarını inceler, tahminlerde bulunur. İnsanların ezberlenmiş davranışlar içinde olmalarından nefret eder. Aradığı ise, kendi gibi olan kadındır: B. Roman boyunca C. ile B. birkaç kez karşılaşırlar, hatta tanışırlar ama C. aradığı kadının o olduğunu fark etmez. Aslında biz de yazar bizi öyle yönlendirdiği için aradığı kadının B. olduğunu düşünürüz. Yazar ustaca okuru metnin içine alır. Biz de her B. çıktığında onun fark etmesini umarız. Oysa belki aradığı B. değildir. Bunu gerçekte bilemeyiz. Roman bittiğinde de bu belirsizdir.
Bir gün yine tatlıcıdan dışarıyı izlerken iki kadın görür. Birbirlerinden ayrılmak üzeredirler. Ezberlenmiş davranışlara girmediklerinden onlardan birinin ardından gitmeye karar verir. Dışarı çıkar. Düşünür ve Güler’in ardından gider. Ardından gitmediği kız B.’dir.
İkinci bölümde Güler ile olan ilişkisini izleriz. Tüm bölüm bu ilişkiye ayrılmıştır. Güler’in mektuplarından B. hakkında da fikir sahibi oluruz.
Üçüncü bölümde deniz kenarında bir ev kiralar ve orada Ayşe ile karşılaşır. Tekrar birlikte olmaya başlarlar. C. ile ilgili tüm belirsizlikleri bu bölümde öğreniriz.
Son bölümde ise yine tatlıcıda otururken dışarıda “mavi yağmurluklu” kızı görür. Bir süredir sol şakağına yerleşen ağrı kaybolur ve çıkıp kızın peşinden gider. Okur olarak B.’yi buldu diye düşünürken, otobüse binen kızı gözden yitirir. Oysa o kız B. olmayabilir. Yazar bununla ilgili bir bilgi vermez bize. Yazar birçok şeyi okura bırakarak sonlandırır romanı:
“Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.”
Son notum yazarın kullanmayı sevmediği “ve” bağlacıyla ilgili. Yusuf Atılgan, metinlerinde “ve” bağlacını kullanmayı sevmezdi. Öykülerinde hiç kullanmamıştır. Anayurt Oteli’nde sadece dokuz tane vardır. Aylak Adam da ise “ve” bağlacını sadece bir kez kullandığını, onu da “keşke kullanmasaydım” dediğini, oğlu Mehmet Atılgan’ın bir röportajından biliyoruz. Ben kitabı “ve” bağlacı için iki kez taradım ve hiç bulamadım! Eğer gözümden kaçmadıysa bu romanda yazar “ve” bağlacını hiç kullanmamış. Sadece bir yerde, bir kitaptan söz edilirken kitabın İngilizce adı veriliyor ve orada Türkçe “ve” anlamına gelen “and” kelimesi kullanılıyor. Belki yazar, bir kez kullandım, derken onu kastetmiştir.
Kaynaklar:
1. Aylak Adam, Yusuf Atılgan. YKY
2. Aylak Adam, Yusuf Atılgan. Can Yayınları
3. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, Berna Moran. İletişim Yayınları
4. Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu, Selim İleri. Everest Yayınları
5. Siz Rahat Yaşayasınız Diye, Yusuf Atılgan. Can Yayınları
6. Sevgili Halil Kardeş-Köye Mektuplar/Yusuf Atılgan. Edebi Şeyler Yayınevi
7. Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan. YKY
8. Babam Gerçekten İyi Yazarmış, Mehmet Atılgan Röportajı. t24.com.tr
- Kaygılıyız çok şükür 21.11.2024
- PAPİRÜS- XI “Bütün görüntüler yok olup gidecek.” 19.11.2024
- ORHAN VELİ’NİN SON GÜNLERİ 14.11.2024
- PAPİRÜS- X “Büyük şairler için büyük dinleyiciler gerekir.” 13.11.2024
- PAPİRÜS- IX “Yahya Kemal Paris’te yuvarlandığı yıllarda…” 05.11.2024
- PAPİRÜS- VIII “Bazı kitapları dinlendirmek gerekir.” 01.11.2024
- Cumhuriyet’in kıymetini bilmek 28.10.2024
- PAPİRÜS- VII “Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde…” 25.10.2024
- PAPİRÜS- VI “Nicedir paylaşılacak bir düş yok.” 22.10.2024
- PAPİRÜS- V “Gençken, güzelken, karnımız aşağıya dümdüz inerken…” 18.10.2024